Osman Gazi bir gece Şeyh Edebali`nin zaviyesinde misafir kalmıştı. Gece, vakit hayli ilerleyince istirahat etmek üzere odasına çekilmişti. Fakat yatmak üzereyken rafta gözüne ilişen Kuran-ı Kerim’e saygısından dolayı yatamadı. Uyuyamadı. Kuran-ı alıp okumaya başladı. O gece sabaha kadar Kuran okudu. Tam 6 saat. Hikmet-i İlahi, Osman Gazi Han`ın Kuran-a olan bu saygısından dolayı her okuduğu saate 1 asır lutf edilmiş, hanedanı 6 asır hükümran olmuştur 7 cihana. Vakit sabah ezanlarına yaklaşmışken, yorgunluk ve uyku da bir hayli bastırmışken, Kuran elinde, yaslandığı yerde, tatlı bir uykuya daldı Sultan Osman Han. Uyurken bir rüya gördü. Rüyasında kendisi Şeyh Edebali`nin yanında yatıyordu. Edebali`nin göğsünden bir hilal doğdu. Hilal biraz yükseldikten sonra büyüdü, büyüdü ve dolunay haline gelince kendisinin göğsüne girdi. Daha sonra göğsünden bir ağaç bitip büyümeye, yükselmeye başladı. Bir çınar ağacıydı u. Büyüdükçe yeşerdi, güzelleşti. Dallarının gölgesiyle bütün dünyayı kapladı. Ulu çınarın gölgesinde dağlar, dağların dibinde pınarlar gördü. Ağacın yanında ise dört sıra dağlar gördü ki bunlar Kafkas, Atlas, Toros ve Balkanlardı. Ağacın köklerinden Dicle, Fırat, Nil ve Tuna çıkıyordu. Bu nehirde koca Akoca gemiler yüzüyordu. Tarlalar ekin doluydu. Ağaçlar meyve dolu. Dağların tepeleri ormanlarla örtülüydü. Ruy-i Zemin yemyeşil, asuman masmaviydi. Vadilerde şehirler vardı. Şehirlerde camiler arz-i didar ediyordu. Bunların hepsinin altın kubbelerinde birer hilal parlıyor, minarelerinde müezzinler ezan okuyorlardı. Ezan sesleri ağaç dallarındaki kuşların cıvıltısına karışıyordu. Bir ara ulu çınarın yaprakları kılıç gibi uzamaya başladı. Derken bir rüzgar çıkıp bu yaprakları İstanbul?a doğru çevirdi. Şehir iki denizin ve iki karanın birleştiği yerde iki masmavi firuze ile iki yemyeşil zümrüt arasına oturtulmuş pırıl pırıl bir elmas gibiydi. Sanki bütün dünyayı kuşatan geniş bir ülke gibi halkalanan bir yüzüğün kıymetli taşını andırıyordu İstanbul. Ve nihayet Osman Gazi Han bu yüzüğü parmağına takıyorken uyandı. Sabah ezanları okunuyordu. Osman Bey rüyasını Şeyh Edebalı'ya anlatır.Edebalı rüyayı şöyle yorumlar:"Oğul Osman,Hak Teala sana ve soyuna hükümranlık verdi mübarek olsun,kızım Malhun Hatun senin helâlin olsun."der.Edebalı'nın bu yorumu üzerine Osman Gazi Malhun Hatun(Rabia Bala Hatun)ile evlenir.
Bu rüyadan doğan Osmanlı Devleti tam 6 asır Devlet-i Muazzama olarak üç kıt'ada hüküm sürdü.Osman Gazi'nin soyundan gelen Padişahlardan bazıları 50 yıl bazıları birkaç ay Tahtta kaldı.Büyük bir devlet kuran Osman Gazi öldüğünde kendisind en geriye şahsi mirası olarak bir atı bir kılıcı bir çizme ve birde çadırı kaldı...
Çanakkale Zaferinin Mimari: Sultan 2. Abdülhamid Han
Yavuz'un torunu Çanakkale savaşının kazanılmasında kilit rol oynayan Sultan Abdülhamid Han, Ulu Hakan Sultan Abdülhamid’in müthiş stratejisi, 2. Abdülhamid’in Çanakkale’ye torpil döşet
me olayı, Çanakkale savaşını 18 yıl öncesinden sezen Sultan 2. Abdülhamid Han, Çanakkale Muharebesinin kahramanları nasıl yetişmişti? Nasıl hazırlanmıştı Çanakkale muharebesine ? Çanakkale’ye Krupp toplarını yerleşmesini sağlayan kimdir? Çanakkale Zaferinin Başkumandanı kimdir? Hain ilan edilen Sultan Abdülhamid Han Kızıl Sultan mı? 18 Mart 1915 Çanakkale Zaferinin 97. yıldönümü, Sultan 2. Abdülhamid Han’ın gözünden Çanakkale. 18 Mart 1915 Çanakkale Savaşı, kuşkusuz Türk tarihinin dönüm noktalarından biri. Zaferin 97. yıldönümünde ilginç bir ayrıntı ortaya çıktı. Evet Sultan 2. Abdülhamid Han Çanakkale savaşını, savaştan 18 yıl önce nasıl tahmin etmişti? İşte Sultan Abdülhamid Han Hazretleri hakkında hiç bilinmeyenler… Ulu Hakan Sultan 2. Abdülhamid Han, düşman saldırısına karşı Çanakkale’ye torpil döşetmiş. abdulhamitin canakkale stratejisi Çanakkale Zaferinin Mimari: Sultan 2. Abdülhamid Han Çanakkale savunması ile ilgili hazırlıklar, II. Abdülhamit Han‘ın emriyle başlatılmış. Çanakkale Boğazı‘nın devletin savunmasında olmasının öneminin farkında olan Sultan Abdülhamit, çeşitli çalışmalar için girişimlerde bulunmuş.
Düşman saldırısı ihtimaline karşı Çanakkale’ye torpil döşetti. Padişahın başkimyageri olan Polonya asıllı Bonkowski Paşa, 1897 yılında deniz savunmasıyla alakalı bir rapor hazırlayarak, Abdülhamit’e sunmuş. Raporu Osmanlı arşivlerinde bulan tarihçi Ahmet Temiz, Bonkowski’nin savaştan 18 yıl önce hazırladığı bu raporun savunmayla ilgili önemli bilgiler verdiğini belirtiyor.
Abdülhamit Han’ın ileri görüşlülüğünün bu belgede de ortaya çıktığını kaydeden Temiz, şöyle konuşuyor: “Başkimyager, hazırlamış olduğu raporunda düşman devletler tarafından İstanbul ve Çanakkale Boğazı’na karşı vuku bulacak bir saldırı esnasında buraların muhafazası için denize döşenebilecek ve düşman gemilerinin geçişlerine engel olabilecek torpilleri ele almıştır.” Padişaha sunulan raporda şu bilgiler yer alıyor: “İstanbul ve Çanakkale boğazlarının muhtemel bir düşman saldırısına karşı muhafaza altına alınmasından bahsediliyor. Ben de Halife Hazretleri’ne verdiğim vatanın muhafazası sözü gereği, sadık tebaanın mesailerine gücüm yettiğince katılmak üzere fenne müracaat ettim. Biraz fikir yürüttükten sonra, bir nevi hareketli bir torpil icat ettim.
Bu usul Çanakkale Boğazı sularında münasip bir şekilde kullanıldığında Akdeniz adalarından zorla girmek isteyen bir düşman filosunun girişini tamamen imkânsız kılmazsa bile oldukça zorlaştırır.” (1) Çanakkale’de çarpışan aslanlar Sultan Abdülhamid Han’ın neslidir. abdulhamidvecanakkale Çanakkale Zaferinin Mimari: Sultan 2. Abdülhamid Han Nesil farkında mı acaba Çanakkale Muharebesinin kahramanları nasıl yetişmişti? Nasıl hazırlanmıştı muharebeye? Çanakkale’de çarpışan aslanlar Abdülhamid Han neslidir. Zamanın aydınlarının tüm muhalefetine rağmen (çoğu pişman olmuştur, olmayanlarda gururunun esiri olmuştur.) halk onu bir baba olarak görüyordu. Adeta önceden sezdiği savaşa hazırlamıştır ordusunu. Orduyu çağdaş silahlarla donatan da Sultan Abdülhamid Han’dır.
Çanakkale’ye Krupp toplarını yerleşmesini sağlayan Abdulhamid Han’dır. Bu toplar 1915 te düşmana ölüm kusan toplardır… Hain ilan edilen Sultan Abdülhamid Han’ı açılan her perdenin arkasında görmek mümkündür. Sadece Çanakkale’de ya da Balkanlarda değil, şu an günümüzde de bunu görmekten kendimizi alamayız. Rabbimiz, bizleri şehîd ve gâzi ecdâdımıza lâyık nesiller eylesin. Mübârek vatanımızı düşman ayakları altında çiğnetmesin! Millî ve mânevî değerlerimizin ayakta tuttuğu kaleleri yıkmak; birlik, beraberlik, kardeşlik ve huzurumuzu bozmak isteyen gizli-açık düşmanlarımıza karşı genç nesille-rimize firâset ve basîret ihsân eylesin! Âmîn…
Ağaca Asılan Zekat Parası
Fatih Sultan Mehmet Han devrinde bir Müslümanın. günlerce dolaşıp yıllık zekatını verebileceği fakir birini arayıp bulamadığını
Bunun üzerine zekatının tutarı olan parayı bir keseye koyarak Cağaloğlu'ndaki bir ağaca asıp, üzerine de:
"Müslüman kardeşim, bütün aramalarıma rağmen memleketimizde zekatımı verecek kimse bulamadım. Eğer muhtaç isen hiç tereddüt etmeden bunu al" diye yazdığını..
Ve bu kesenin üç ay kadar o ağaçta asılı kaldığını
OSMANLI Ordusu `nun Mahremiyeti
Haçlı Kumandanına Şu Mektubu Yazmıştı...
“Siz bu ordu ile nasıl başa çıkabilirsiniz? Bunlar kadına-kıza, mala-mülke önem vermiyorlar. Bütün mal ve mülklerini feda ederek, Allah yolunda savaşıyorlar. Herkese karşı iyi davranıp, kimseye zulmetmiyorlar. Siz onlardaki bu özellikleri ortadan kaldırmadan, onlarla savaşırsanız, canlarınızdan ve mallarınızdan mahrum kalacağınız açıktır. Kendinizi ölüme atmayınız!..
İŞTE SİZ BU ORDUYU YENEMEZSİNİZ...!!!
Muhterem Padisahlarimizin Tugralari
Fatih Sultan Mehmet ‘in Yeniçeri Ağasını Falakaya Yatırması
Fatih Sultan Mehmed ikinci defa tahta geçtikten sonra 1451`de Karaman seferine çıktı. Osmanlı ordusunu karşısında gören Karamanoğlu aman dileyince Fatih, Osmanlı topraklarına geri döndü. Genç sultan Bursa`da iken yeniçeriler sefer bahşişi isteriz diye kazan kaldırdılar. Yolun iki tarafında silahlı saf tutan yeniçeriler, Fatih`e “Padişahımızın ilk seferidir, kullara ihsan gerek” dediler. Askerin bu davranışından oldukça rahatsız olup incinen Fatih, 10 kese akçeyi askere dağıtıp ortalığı sakinleştirdi. Ardından Yeniçeri Ağası Kurtçu Doğan`ı falakaya yatırtıp, görevinden azletti. Yerine Mustafa Bey`i yeniçeri ağası yaptı. Yeniçeri subayları da Fatih`in öfkesinden nasiplerini aldı. Yayabaşılarını çağırıp, “Bu edepsizlik sizin aklınızın kusurudur” diyerek onlara yüzer sopa vurdurdu ve görevlerinden azletti. Yeniçerileri kontrol altında tutmak için kendisine bağlı birkaç bin doğancı ve sekbanı aralarına kattı. Fatih`in askerin isyanına verdiği bu tepki ve yeni düzenlemeler yüzünden yeniçeriler onun saltanatı boyunca birçok zorlukla karşılaşmalarına rağmen bir daha seslerini çıkaramadılar.
YAVUZ SULTAN SELİM...
Yavuz Sultan Selim çok dehşetli ve gizemli bir padişah olmasının yanında çok
ama çok yetenekli bir şairdi de...
Yavuz Sultan Selim henüz şehzadeyken İran şahı Şah İsmail ile satranç oynar
ve o güne kadar Şah İsmail' i yenen ilk kişi olur. Osmanlı şehzadesi
olduğunu bilmeyen Şah İsmail Yavuz Sultan Selim' e bir kese altın verir ve
bundan sonra başı ne zaman sıkışırsa yanına gelmesini tembihler ...
Yavuz Sultan Selim de bunun üzerine şu sözleri söyler:
Sanma sakın herkesi sen sadıkâne yâr olur
Herkesi sen dost mu sandın belki ol ağyar olur
Sadıkâne belki ol âlemde serdar olur
Yâr olur ağyar olur serdar dildâr olur.
Bugünkü Türkçesiyle:
Şahım sen herkesi kendine sadık dost sanma
Sen herkesi dost sanma belki o düşmanın olur
Belki o kişi alemlerde sözü geçen olur
Dost olur düşman olur sözü geçen olur hükümdar olur.
Abdulhamit Han
Abdulhamithan hz. hergece yaptığı gibi bir gece masasının üzerine kafasını dayayıp uyumaktaydı. ansızın kalkıp askerlerini çağırdı, ve onlara beşiktaşta şu sokağa, şu nolu kapıyı çalın, kapıyı açan adamınd
a kafasını kesip orda bırakın, sabah olunca cesedini kaldırırsınız dedi. Askerlerde padişahın dediği adrese gitti, kapıyı 35 yaşlarında bir adam açtı ve askerler emir gereği o adamın kafasını orada kesip sabah kaldırmak üzere oradan ayrıldılar.
Sabah olunca askerlerin komutanının aklı başına geldi, yahu dedi bu herifi bize niye kestirtti padişah deyip, vicdanı sızlamaya başladı. Cenazenin başına gitti, cenazenin başında o adamın annesi ağlıyordu. Teyzeciğim dedi, sultan abdulhamit hanla oğlunun ne alıp veremediği vardıda, onun öldürülmesi için bize emir verdi ? diye sordu, yaşlı teyzeye.
Teyzede ;
- Allah onu başımızdan eksik etmesin, allah ondan razı olsun deyince, komutan şaşırdı. Ne oldu teyze dedi. Teyze anlatmaya kalktı. Bu yatan benim oğlumdur, berduşun tekidir. Enson dün akşam bana sulanmaya kalktı. Ben ona yapma oğlum ben senin ananım, istersen sana para vereyim umumhanelere git, ama ben senin ananım bana öyle şeyler yapma dedikçe beni dinlemedi.
Ve en son beni zorla yatağa yatırdı. Yatırdıktan sonra bende “Yarabbi, bu şehirde senin veli bir kulun yokmu bana yardım edecek” dedim. 5 dakika geçmediki siz geldiniz ve oğlumu öldürdünüz, allah o padişahtan razı olsun dedi.
İşte sultan abdulhamitin müthiş istihbaratını merak edenlere yaşanmış bir anektod.
Ne yazıkki o büyük sultanı kafir olan Tevfik Fikretten başkası anlayamamıştı. Sadece o kafir ittihad ve terakkicilerin yaptığının çok büyük ihanet olduğunu dile getirdi.....
''Bir gece yarısı, çok mühim bir evrakın imzası için Sultanın kapısını çaldım. Fakat açılmadı. Bir müddet bekledikten sonra tekrar çaldım, yine açılmadı.
Acaba Sultan'a bir Emr-i H...ak mı vaki oldu ? diye endişelendim.
Biraz sonra tekrar çaldım, açıldı. Sultan, elinde havlu ile yüzünü kuruluyordu. Tebessüm ederek, ''Evlad, bu vakitte çok mühim bir iş için geldiğinizi anladım. Daha kapıyı ilk vuruşunuz da uyandım. Abdest aldım. Onun için geciktim. Kusura bakma. Ben bu kadar zamandır bu milletin hiç bir evrakını abdestsiz imza atmadım. Getir imzalayalım '' dedi. Besmele çekerek imzaladı...
TUĞRANIN BÖLÜMLERİ
1- Sere (Kürsü): Tuğranın en altında bulunan ve asıl metnin (padişah ve babasının adı, ünvanları ve –el- muzaffer daima duası) yazılı bulunduğu kısımdır.
2- Beyze’ler (Arapça: yumurta): Tuğranın sol tarafında bulunan iç
içe iki kavisli kısımdır.
3- Tuğ’lar: Tuğranın üstüne doğru uzanan “elif” harfi şeklindeki uzantılardır. Her zaman elif değillerdir. Bazen harf de değillerdir. Yanlarında yer alan flama şeklindeki kavislere “zülfe” denir.
4- Kollar (hançere): Beyzelerin devamı olarak sağa doğru paralel uzanan kollardır.
Bazı tuğralarda sağ üst boşlukta ilgili padişahın “mahlas” veya sıfatı da görülür.
FATIH SULTAN MEHMET HAN `IN INCE DUSUNCESI
YAVUZ SULTAN SELIM HAN
Bir Gün Yavuz Sultan Selim pazarın birini gezmeye karar verir ve saka kuşlarının satıldığı bir tezgaha yönelir.Bütün sakalar 1 altındır fakat bir tanesi ayrı bir kafes içinde ve 50 altındır.Yavuz Sultan Selim sorar:
-Bunlar 1 altın da bu neden 50 altın?
Satıcı:
-Hünkarım 50 altınlık olan ötüşüyle diğer saka kuşlarını kendine çeker ve yakalanmalarını sağlar.
Yavuz Sultan Selim 100 altını çıkarıp a
adama verir ve ver o kuşu bana der.Herkes şaşkınlık içinde napacak acaba koca padişah bi saka kuşunu diye düşünürken Yavuz Sultan Selim kuşun kafasını tuttuğu gibi gövdesinden ayırıverir ve der ki:
-KENDİ IRKINA İHANET EDENİN SONU BUDUR!!
MERHUM ADNAN MENDERES
Merhum, 1952 yılında NATO toplantısı için Fransa'ya gider.Bir ara Paris büyükelçisini yanına çağırarak;
- "Osmanoğulları ailesinin Paris'te yaşıyor olması gerek. Bunlar ne yer, ne içer, ne ile geçinir?" diye sorar.
Büyükelçinin hanedan hakkında hiçbir bilgiye sahip olmadığını gören Menderes, büyük bir hayıflanma içerisinde;
- "Sana 24 saat mühlet! Ya Osmanlı ailesinin adresi ile ya da istifanla gelirsin" der. Bir müddet sonra büyükelçi adresle gelir.
Hanedanın ziyaretine giden Menderes, gördükleri karşısında çılgına döner.
Devlet-i Aliye'nin ulu Hakanı Sultan Abdülhamid Han'ın 80 yaşındaki hanımı Şefika Sultan, 60 yaşındaki kızı Ayşe Sultan ve diğer Osmanlı hanımları, Paris yakınlarında bir bulaşıkhanede Fransızların bulaşıklarını yıkamaktadırlar.
Menderes gözyaşlarını tutamaz. Şefika Sultan'ın ellerine sarılır ve;
- "Anne ne olur affet bizi, geç geldik" der. Ayşe sultan sürgünden otuz yıl sonra gördüğü bu vatan evladına;
- "Sen kimsin"? diye sorar. Menderes de;
- "Ben Türkiye Cumhuriyeti'nin başbakanıyım" der.
- "Ben başbakanım" sözünü duyan koca sultan sevinçten öyle bir çığlık atar ki kalbi duracak gibi olur, bayılır.
Menderes Türkiye'ye döner dönmez doğruca Cumhurbaşkanı Celal Bayar'a çıkar.
- "Osmanlı hanımlarını bulaşık yıkarken gördüm. Onların Türkiye'ye dönmeleri için af kanunu çıkaracağım" der. Celal Bayar da;
- "Adnan Bey sus! Sakın bu konuyu bir daha başka yerde açma, malum gazeteler tahrikiyle silahlı kuvvetlerin içindeki cunta Türkiye'de ihtilal yapar" der.
Menderes cebinden çıkardığı bir mektubu masanın üzerine bırakarak dışarı çıkar.
Mektupta şunlar yazılıdır:
- "Analarının ve babalarının Fransa da hizmetçilik yaptığı bir ülkenin başbakanı olmaktan utanç duyuyorum, istifamın kabulünü arz ederim. Adnan Menderes."
Menderes'in istifadan vazgeçmesi için epeyce uğraşılır ve hanedan hanımlarının yurda dönmelerine izin verilmesi şartıyla Menderes istifadan vazgeçer.
Dönüş:
İstanbul'a dönenler arasında Sultan II. Abdülhamid'in hanımı ve kızı da vardır.
Bir sabah erken saatte Teşvikiye'deki evlerinin kapısı çalınır. Kapıyı Abdülhamid'in kızı Ayşe Sultan açar. Gelen kişi Menderes'tir.
- "Şayet kabul buyururlarsa Valide Sultan'ı görmek isterim" der.
Başında tülbent elinde tespihiyle Menderes'i karşılayan Şefika Sultan;
- "Berhudar olasın evlâdım, hoş geldiniz..." der. Başbakan da;
- "Teşekkür ederim Valide hazretleri; hoş bulduk..." demesinden sonra Şefika Sultan;
- "Beyefendi, niçin önceden haberimiz olmadı? Böyle, hazırlıksız ve gâfil avlandık" der. Menderes de;
- "Zararı yok efendim. Bendeniz elinizi öperek hayır duanızı almak ve bir ihtiyacınız olup olmadığını öğrenmek için geldim" der.
Ayrılırken daha sonraları Yassıada da onun da hesabının sorulduğu şişkince bir zarf bırakır. İşte Menderes'in amansız suçlarından birisi budur
..
Kanuni`ye ~ SULEYMAN~ ISMI NEREDEN GELIR ?
Tarih, 6 Safer 900 (6 Kasım 1494). Trabzon Şehzade Sarayı’nın duvarları, Ayşe Hafsa Sultan’dan doğan bebeğin sesiyle çınlıyor. Rivayete göre baba Şehzade Selim Şah o an Kur’an-ı Kerim okumaktadır. Oğlunun müjdesi ulaştığında gözü Neml sûresi 30. ayettedir (Mektup Süleyman’dandır, rahmân ve rahîm olan Allah’ın adıyla başlamaktadır). Haberi getirene d
önüp sadece “İsmini Süleyman koydum!” der ve kaldığı yerden kıraati sürdürür. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Feridun Emecen’in, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi için yazdığı ‘Süleyman I’ maddesinde nakledilen bir başka rivayet ise babanın, kendi isminin küçültülmüşü (tasgir) ‘Süleym-ân’dan hareketle evladına ad verdiği şeklinde.
Enver Paşa'nın itirafı
“Hürriyet kahramanı” Enver Paşa’nın 1 Kasım 1918 Cumartesi gecesi saat
23.00’de bir
Alman istimbotu ile kurtarmaya kalktığı ülkeden kaçmadan evvel, yaveri
Mersinli Cemal
Paşa’ya yaptığı şu acı itiraf, İttihatçıların nasıl büyük bir oyuna geldiklerini geç
de olsa fark
ettiklerini göstermektedir:
“Turan yapacaktık, viran olduk. Bizim en büyük günahımız, Sultan Hamid’i
anlayamamaktır.
Yazık Paşam, çok yazık! Siyonistlere alet olduk ve onların hıyanetine uğradık!”
Fatih Sultan Mehmed ikinci defa tahta geçtikten sonra 1451`de Karaman seferine çıktı. Osmanlı ordusunu karşısında gören Karamanoğlu aman dileyince Fatih, Osmanlı topraklarına geri döndü. Genç sultan Bursa`da iken yeniçeriler sefer bahşişi isteriz diye kazan kaldırdılar. Yolun iki tarafında silahlı saf tutan yeniçeriler, Fatih`e “Padişahımızın ilk seferidir, kullara ihsan gerek” dediler. Askerin bu davranışından oldukça rahatsız olup incinen Fatih, 10 kese akçeyi askere dağıtıp ortalığı sakinleştirdi. Ardından Yeniçeri Ağası Kurtçu Doğan`ı falakaya yatırtıp, görevinden azletti. Yerine Mustafa Bey`i yeniçeri ağası yaptı. Yeniçeri subayları da Fatih`in öfkesinden nasiplerini aldı. Yayabaşılarını çağırıp, “Bu edepsizlik sizin aklınızın kusurudur” diyerek onlara yüzer sopa vurdurdu ve görevlerinden azletti. Yeniçerileri kontrol altında tutmak için kendisine bağlı birkaç bin doğancı ve sekbanı aralarına kattı. Fatih`in askerin isyanına verdiği bu tepki ve yeni düzenlemeler yüzünden yeniçeriler onun saltanatı boyunca birçok zorlukla karşılaşmalarına rağmen bir daha seslerini çıkaramadılar.
YAVUZ SULTAN SELİM...
Yavuz Sultan Selim çok dehşetli ve gizemli bir padişah olmasının yanında çok
ama çok yetenekli bir şairdi de...
Yavuz Sultan Selim henüz şehzadeyken İran şahı Şah İsmail ile satranç oynar
ve o güne kadar Şah İsmail' i yenen ilk kişi olur. Osmanlı şehzadesi
olduğunu bilmeyen Şah İsmail Yavuz Sultan Selim' e bir kese altın verir ve
bundan sonra başı ne zaman sıkışırsa yanına gelmesini tembihler ...
Yavuz Sultan Selim de bunun üzerine şu sözleri söyler:
Sanma sakın herkesi sen sadıkâne yâr olur
Herkesi sen dost mu sandın belki ol ağyar olur
Sadıkâne belki ol âlemde serdar olur
Yâr olur ağyar olur serdar dildâr olur.
Bugünkü Türkçesiyle:
Şahım sen herkesi kendine sadık dost sanma
Sen herkesi dost sanma belki o düşmanın olur
Belki o kişi alemlerde sözü geçen olur
Dost olur düşman olur sözü geçen olur hükümdar olur.
Abdulhamit Han
Abdulhamithan hz. hergece yaptığı gibi bir gece masasının üzerine kafasını dayayıp uyumaktaydı. ansızın kalkıp askerlerini çağırdı, ve onlara beşiktaşta şu sokağa, şu nolu kapıyı çalın, kapıyı açan adamınd
a kafasını kesip orda bırakın, sabah olunca cesedini kaldırırsınız dedi. Askerlerde padişahın dediği adrese gitti, kapıyı 35 yaşlarında bir adam açtı ve askerler emir gereği o adamın kafasını orada kesip sabah kaldırmak üzere oradan ayrıldılar.
Sabah olunca askerlerin komutanının aklı başına geldi, yahu dedi bu herifi bize niye kestirtti padişah deyip, vicdanı sızlamaya başladı. Cenazenin başına gitti, cenazenin başında o adamın annesi ağlıyordu. Teyzeciğim dedi, sultan abdulhamit hanla oğlunun ne alıp veremediği vardıda, onun öldürülmesi için bize emir verdi ? diye sordu, yaşlı teyzeye.
Teyzede ;
- Allah onu başımızdan eksik etmesin, allah ondan razı olsun deyince, komutan şaşırdı. Ne oldu teyze dedi. Teyze anlatmaya kalktı. Bu yatan benim oğlumdur, berduşun tekidir. Enson dün akşam bana sulanmaya kalktı. Ben ona yapma oğlum ben senin ananım, istersen sana para vereyim umumhanelere git, ama ben senin ananım bana öyle şeyler yapma dedikçe beni dinlemedi.
Ve en son beni zorla yatağa yatırdı. Yatırdıktan sonra bende “Yarabbi, bu şehirde senin veli bir kulun yokmu bana yardım edecek” dedim. 5 dakika geçmediki siz geldiniz ve oğlumu öldürdünüz, allah o padişahtan razı olsun dedi.
İşte sultan abdulhamitin müthiş istihbaratını merak edenlere yaşanmış bir anektod.
Ne yazıkki o büyük sultanı kafir olan Tevfik Fikretten başkası anlayamamıştı. Sadece o kafir ittihad ve terakkicilerin yaptığının çok büyük ihanet olduğunu dile getirdi.....
Sultan 2. Abdülhamid Han'ın başkatibi Esad Bey anlatıyor :
''Bir gece yarısı, çok mühim bir evrakın imzası için Sultanın kapısını çaldım. Fakat açılmadı. Bir müddet bekledikten sonra tekrar çaldım, yine açılmadı.
Acaba Sultan'a bir Emr-i H...ak mı vaki oldu ? diye endişelendim.
Biraz sonra tekrar çaldım, açıldı. Sultan, elinde havlu ile yüzünü kuruluyordu. Tebessüm ederek, ''Evlad, bu vakitte çok mühim bir iş için geldiğinizi anladım. Daha kapıyı ilk vuruşunuz da uyandım. Abdest aldım. Onun için geciktim. Kusura bakma. Ben bu kadar zamandır bu milletin hiç bir evrakını abdestsiz imza atmadım. Getir imzalayalım '' dedi. Besmele çekerek imzaladı...
TUĞRANIN BÖLÜMLERİ
1- Sere (Kürsü): Tuğranın en altında bulunan ve asıl metnin (padişah ve babasının adı, ünvanları ve –el- muzaffer daima duası) yazılı bulunduğu kısımdır.
2- Beyze’ler (Arapça: yumurta): Tuğranın sol tarafında bulunan iç
içe iki kavisli kısımdır.
3- Tuğ’lar: Tuğranın üstüne doğru uzanan “elif” harfi şeklindeki uzantılardır. Her zaman elif değillerdir. Bazen harf de değillerdir. Yanlarında yer alan flama şeklindeki kavislere “zülfe” denir.
4- Kollar (hançere): Beyzelerin devamı olarak sağa doğru paralel uzanan kollardır.
Bazı tuğralarda sağ üst boşlukta ilgili padişahın “mahlas” veya sıfatı da görülür.
FATIH SULTAN MEHMET HAN `IN INCE DUSUNCESI
YAVUZ SULTAN SELIM HAN
Bir Gün Yavuz Sultan Selim pazarın birini gezmeye karar verir ve saka kuşlarının satıldığı bir tezgaha yönelir.Bütün sakalar 1 altındır fakat bir tanesi ayrı bir kafes içinde ve 50 altındır.Yavuz Sultan Selim sorar:
-Bunlar 1 altın da bu neden 50 altın?
Satıcı:
-Hünkarım 50 altınlık olan ötüşüyle diğer saka kuşlarını kendine çeker ve yakalanmalarını sağlar.
Yavuz Sultan Selim 100 altını çıkarıp a
adama verir ve ver o kuşu bana der.Herkes şaşkınlık içinde napacak acaba koca padişah bi saka kuşunu diye düşünürken Yavuz Sultan Selim kuşun kafasını tuttuğu gibi gövdesinden ayırıverir ve der ki:
-KENDİ IRKINA İHANET EDENİN SONU BUDUR!!
MERHUM ADNAN MENDERES
Merhum, 1952 yılında NATO toplantısı için Fransa'ya gider.Bir ara Paris büyükelçisini yanına çağırarak;
- "Osmanoğulları ailesinin Paris'te yaşıyor olması gerek. Bunlar ne yer, ne içer, ne ile geçinir?" diye sorar.
Büyükelçinin hanedan hakkında hiçbir bilgiye sahip olmadığını gören Menderes, büyük bir hayıflanma içerisinde;
- "Sana 24 saat mühlet! Ya Osmanlı ailesinin adresi ile ya da istifanla gelirsin" der. Bir müddet sonra büyükelçi adresle gelir.
Hanedanın ziyaretine giden Menderes, gördükleri karşısında çılgına döner.
Devlet-i Aliye'nin ulu Hakanı Sultan Abdülhamid Han'ın 80 yaşındaki hanımı Şefika Sultan, 60 yaşındaki kızı Ayşe Sultan ve diğer Osmanlı hanımları, Paris yakınlarında bir bulaşıkhanede Fransızların bulaşıklarını yıkamaktadırlar.
Menderes gözyaşlarını tutamaz. Şefika Sultan'ın ellerine sarılır ve;
- "Anne ne olur affet bizi, geç geldik" der. Ayşe sultan sürgünden otuz yıl sonra gördüğü bu vatan evladına;
- "Sen kimsin"? diye sorar. Menderes de;
- "Ben Türkiye Cumhuriyeti'nin başbakanıyım" der.
- "Ben başbakanım" sözünü duyan koca sultan sevinçten öyle bir çığlık atar ki kalbi duracak gibi olur, bayılır.
Menderes Türkiye'ye döner dönmez doğruca Cumhurbaşkanı Celal Bayar'a çıkar.
- "Osmanlı hanımlarını bulaşık yıkarken gördüm. Onların Türkiye'ye dönmeleri için af kanunu çıkaracağım" der. Celal Bayar da;
- "Adnan Bey sus! Sakın bu konuyu bir daha başka yerde açma, malum gazeteler tahrikiyle silahlı kuvvetlerin içindeki cunta Türkiye'de ihtilal yapar" der.
Menderes cebinden çıkardığı bir mektubu masanın üzerine bırakarak dışarı çıkar.
Mektupta şunlar yazılıdır:
- "Analarının ve babalarının Fransa da hizmetçilik yaptığı bir ülkenin başbakanı olmaktan utanç duyuyorum, istifamın kabulünü arz ederim. Adnan Menderes."
Menderes'in istifadan vazgeçmesi için epeyce uğraşılır ve hanedan hanımlarının yurda dönmelerine izin verilmesi şartıyla Menderes istifadan vazgeçer.
Dönüş:
İstanbul'a dönenler arasında Sultan II. Abdülhamid'in hanımı ve kızı da vardır.
Bir sabah erken saatte Teşvikiye'deki evlerinin kapısı çalınır. Kapıyı Abdülhamid'in kızı Ayşe Sultan açar. Gelen kişi Menderes'tir.
- "Şayet kabul buyururlarsa Valide Sultan'ı görmek isterim" der.
Başında tülbent elinde tespihiyle Menderes'i karşılayan Şefika Sultan;
- "Berhudar olasın evlâdım, hoş geldiniz..." der. Başbakan da;
- "Teşekkür ederim Valide hazretleri; hoş bulduk..." demesinden sonra Şefika Sultan;
- "Beyefendi, niçin önceden haberimiz olmadı? Böyle, hazırlıksız ve gâfil avlandık" der. Menderes de;
- "Zararı yok efendim. Bendeniz elinizi öperek hayır duanızı almak ve bir ihtiyacınız olup olmadığını öğrenmek için geldim" der.
Ayrılırken daha sonraları Yassıada da onun da hesabının sorulduğu şişkince bir zarf bırakır. İşte Menderes'in amansız suçlarından birisi budur
..
Kanuni`ye ~ SULEYMAN~ ISMI NEREDEN GELIR ?
Tarih, 6 Safer 900 (6 Kasım 1494). Trabzon Şehzade Sarayı’nın duvarları, Ayşe Hafsa Sultan’dan doğan bebeğin sesiyle çınlıyor. Rivayete göre baba Şehzade Selim Şah o an Kur’an-ı Kerim okumaktadır. Oğlunun müjdesi ulaştığında gözü Neml sûresi 30. ayettedir (Mektup Süleyman’dandır, rahmân ve rahîm olan Allah’ın adıyla başlamaktadır). Haberi getirene d
önüp sadece “İsmini Süleyman koydum!” der ve kaldığı yerden kıraati sürdürür. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Feridun Emecen’in, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi için yazdığı ‘Süleyman I’ maddesinde nakledilen bir başka rivayet ise babanın, kendi isminin küçültülmüşü (tasgir) ‘Süleym-ân’dan hareketle evladına ad verdiği şeklinde.
Enver Paşa'nın itirafı
“Hürriyet kahramanı” Enver Paşa’nın 1 Kasım 1918 Cumartesi gecesi saat
23.00’de bir
Alman istimbotu ile kurtarmaya kalktığı ülkeden kaçmadan evvel, yaveri
Mersinli Cemal
Paşa’ya yaptığı şu acı itiraf, İttihatçıların nasıl büyük bir oyuna geldiklerini geç
de olsa fark
ettiklerini göstermektedir:
“Turan yapacaktık, viran olduk. Bizim en büyük günahımız, Sultan Hamid’i
anlayamamaktır.
Yazık Paşam, çok yazık! Siyonistlere alet olduk ve onların hıyanetine uğradık!”